*Marcel Proust'un Swann'ın Aşkı'nda kahraman, kendisini sevmeyen Odette'e âşıktır. İlk önce ona âşık olmaktan vazgeçmek istediğine inanır. Hislerini tahlil edince tüm bu düşündüklerinin aksine âşık kalmayı sürdürür. Odette'e aşkını bitirirse acısının dineceğini bilmesine rağmen bunu istemez. Hastalıklı durumdan ölmektense, ölüme eş bir iyileşmekten daha az korkmaktadır çünkü. Tedavi edilirse aynı özne olamayacak, ne aşktaki zevki ne de ilgisizlikteki acıyı bulabilecektir. Korkusu zevk kaybı değil, zevkin bu haliyle asla tecrübe edilemeyeceğidir. Ne kadar acınacak hâlde olursa olsun varlığının ve varoluşunun cevherini oluşturan hastalığını, pathos'unu kaybetmekten korkmaktadır.
*Seni çocuğum gibi sevmemin nedeni annen ve babanın seni sevmeyişindeki eksiğini tamamlamaktı. Sevgi yoksunuydun, özgüvene, hiçbir şekilde arzuya, iradeye sahip değildin. ... Sakın sana teslim olduğumu sanma. Teslim olmadım, üstelik istediğimi aldım senden.
*"Mutluluktan söz edenlerin çoğu zaman hüzünlü gözleri vardır." Aragon. Çünkü mutlu değillerdir.
*"Aşk, sahip olmadığını vermektir," der Lacan. Ona göre sahip olduğunu vermek parti yapmaktır. Aşk değildir. Kişi kendinde olmayanı nasıl başkasına verebilir ki? Âşık sahip olmadığı şeyi verirken bu "şeyin" ne olduğunu açıklamakta zorlanacaktır elbet. Çünkü eksikliğini duyduğu şeyin ne olduğunu o da bilmiyordur. İçinde bir eksik, boşluk hisseder. Bu boşluğu doldurmak, bir şeylerin eksik olduğu hissini telafi etmek için bir şeye özlem duyar. İşte bu boşluk hissinin arzunun kaynağı olduğunu söyler. "Seni seviyorum," demek, "Ben eksiğim, ve sen benim eksiğime sesleniyorsun," demektir. "Sen, beni tamamlıyorsun," demek değildir. "Bendeki eksiği ortaya çıkarıyorsun, bendeki eksikle yakından ilişkilisin," demektir.
*Reik'e göre kişiye âşık olmak için ona hayran olmamız gerekir. Nesnede neye hayran olduğumuzu bilmemiz de her zaman gerekmez. Hayran olduğumuzu bilmemiz bile gerekmez, bağlandığımızı ya da büyülendiğimizi hissetmemiz yeterlidir. Başlangıç aşamasında aşk için hayranlık zorunlu bir duygudur. Ne çeşit bir hayranlıktır peki bu? Kesinlikle serinkanlı, tutkusuz, kişisel olmayan bir beğeni değildir. Oldukça farklı bir niteliktedir. Kişinin kendi kişiliğinin özüne daha yakındır. İnsanın içinde bir noktaya dokunur, bir şeyi harekete geçirir, insanı huzursuz eder, arzulu kılar. Bazı karanlık istekleri uyandırır. Gizemli taleplerde bulunur. İçinde meydan okumaya benzer nitelikte bir şey vardır.
*İkinci dünya savaşındaki ölüm kampları hakkında roman yazılıp yazılamayacağı tartışılır. Nihayetinde bu kamplardaki insanlık dışı acı olayları ancak romanın anlatabileceği sonucuna varılır. Çünkü bu olayları tarihi belge biçiminde yeniden üretmeye dönük her çaba tasvir edilen olayların travmatik etkisini nötr hâle getirecektir. Lacan'a göre hakikat kurmaca yapıya sahiptir. İşkenceleri, insanların öldürülmesini gösteren kanlı bir film izlerken zevk alamayız ama kurmaca olduğunu varsayarak izleriz. Hakikat doğrudan travmatik olduğunda ancak bir kurmaca roman veya film kisvesinde kabul edilebilir. Roman yahut film gibi kurmacalar travmatik hafızayla başa çıkma biçimi, hayatta kalma mekanizmalarıdır.
*Şair Holderlin son yıllarında normalden sapar, kendisiyle içsel diyaloga girer. Konuşmakta zorlanır. İçsel benliği ile konuşmaya başladıktan sonra şiiri de değişir. Adını terk eder. Scardanelli adını alır. Yazdıklarından kendini siler. Şizofrenik anlatımı benimseyip, özbenliğini terk eder. Okuyucuda güçlü izlenimler bırakmaz. Niyet taşımayan, sözdizimsel anlatımı benimser. Duyguyu temel alır. Dünyayı gördüğü biçimde, sözdizimsel sarmalamaya çalışır. İşlevsizlikten umudunu keser. Birleştirici bağları bir kenara iterek saf şiirsel bir algı noktasına varır. Şunu kanıtlar, "Bizler varlıkların unutulmasında, bireylerin dinginliğinde buluruz her şeyin anlamını." Heidegger'e göre "varlık", onun şiirinde dile gelir.
*Edebiyat analizi işi psikanalistin yaptığına benzer. Ne var ki analiz edilen şey, yani metin, bir hastaya değil, ustaya aittir. Tıpkı psikanalist gibi üzerimizde otoriteye sahiptir. Analitik okur için metin "bildiği varsayılan özne" olan psikanalisttir çünkü anlam ve anlama bilgisinin olduğu yerdir. Edebiyat eleştirmeni ise metin karşısında hem yorumlama ilişkisi nedeniyle psikanalist, hem de aktarım ilişkisi nedeniyle hastanın yerini alır. Okur ise değişken bir dinamik içinde bu yerler arasında mekik dokuyan biridir.
*Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü. Oku: "Kapanmaz yağmurun açtığı yara çocuklarda."