Genelde kötü, ya da -hadi öyle demeyelim de- alışıldık sonlu dizi-filmlerin çok güzel müzikleri oluyor. Bilirsiniz işte, hani esas kız ile esas oğlan filmin sonunda buluşur. Biri ötekinin peşinden gider, yahut son anda biri kendine bile itiraf edemediği aşkını adeta herkese duyururcasına halka açık bi' yerde (Tren garları, yahut havaalanları en ideal yerlerdir.) diğerine ilan eder. Hafiften de müzik girer o esnada. Filmi asıl yapanların isimleri sıralanmadan önce işte canım. Belki ana karakterlerden biri -artık yönetmen kimin tarafındaysa- son kez göz göze gelir izleyicisiyle ve yine belki iki çift laf söyler ve hatta -ki dahi- o iki çift olan laf için yazılmıştır çoğunlukla o uzun metraj... En sonunda kamera yükselir, yükselir ve yükselir. Ve hiçbir kötülük içermeyen pürüzsüz bi' manzara beliriverir... Fin.
Bazen sırf müzikleri için bile olsa işte onları izlemiş olmaktan (Evet, iki kere olmak çünkü "olmak"la problemimiz vardır bizim.) mutluluk duyar, yahut "filmi sevmedim" diyemezken ben; beri yandan da bu disiplinlerarasılığına sanatın, her seferinde ama her seferinde tekrar tekrar biterim.
Fakat yine de en çok sıradanın sıradışı anlatımı büyülüyor beni. Evet, yalan söyleyecek değilim, sıradışı da büyülüyor, evet, seviyorum hayalgücü içeren fantastik ögeleri de; ama en çok anlatım, anlatımdaki bilim, anlatımdaki özen, en ince, en ama en ince ayrıntısına kadar işlenmiş, düşünülmüş bir "sıradan"a tutuluyorum ben. Hatta düşüncem şöyledir ki, sıradanı yazabilmek, sıradanı anlatabilmek, en en en ama en ama en zorudur a dostlar.
Her neyse, bence en güzel sıradanın, en incelikli sıradışı anlatılarından biri bu şarkı:
"BOŞ
Eteğini kıvırıyor dizlerinin üzerine
Yürüyor bostanların arasından
Çıplak ayaklarıyla, gülümsüyor
Ve ben hiç öğrenemiyorum sahip olduklarıma şükredebilmeyi
Mesken tutuyorum yerine
Felaketlerimi
Yürüyorum çavdarların arasından
Yokuş aşağı
Ve bulamıyorum hâlâ
-bi'şekilde-
bu acıdan kurtulabilmenin yollarını
Ters-yüz olmuş suçlu geçmişiyle
Şu eski ve paslı Cadillac
Düşüveriyor pençesine o tarlanın,
Yağmur topluyor
Peki hep böyle mi hissedeceğim ben?
Öylesine boş, öylesine yabancılaşmış.
Ve bu acımasız, suçlu günbatımlarının
Soğuk ve rutubetli saf sabahlarında
Yorgun düşüyorum
Şu benim beş para etmez, çatlamış ve tozlu dudaklarımın arasından
Haykırabilseydim eğer bütün bu söylediklerimi
Kimse duyar mıydı ki
Beni?
Bluzunu koy iskemlenin ardına
Ve bırak da dökülsün çiçekler o saçlarından
Ve öp o taze ağzınla beni, şatafatsızca
Dışarıda yağmur damlaları
Dökülüyor yapraklara
Bana kalırsa
Bizim huzurlu sevişmemize
Alkış tutar gibi sesleri
Peki ya ben, hep böyle mi hissedeceğim?
Öylesine boş, öylesine yabancılaşmış
Baktım gözlerinin ta içine şaytanlarımın
Açtım sinemi, dedim ki: 'Yapın bakalım elinizden geleni, mahvedin beni
Biliyorsunuz ki, zaten cehennemdeydim öteden beri ve döndüm de çokça geri
İtiraf etmeliyim ki artık usandırdınız beni.'
Birçok şey vardır insanı öldüren
Ve vardır ölümün de bin bir türlü çeşidi
Evet, kimileri ise çoktan oldu rahmetli
Yürüyoruz onlarla birlikte şimdi
Kafamın basmadığı tonla şey var hakikaten
Mesela ne diye yalan söyler insan?
Eh, benimse sakladığım bu acıdır işte onlardan
İçimdeki yangını daha da körükleyen
Peki ya ben, hep böyle mi hissedeceğim?
Öylesine boş, öylesine yabancılaşmış?"
Not: Evet şarkının ve fotoğrafın üstteki anlattıklarımla hiçbir ilgisi yok. N'olmuş yani?
No-not: Bu versiyonunu kulaklıkla dinlemenizi öneririm.